|
MERHABA
İbrahim Baytak
YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI
Anayasamız kuvvetler ayrılığını benimsemiş. Yasama TBMM'nin görevi. Yasaları çıkarmak,
hükümeti denetlemek.
Yürütme, TBMM den güven oyunu almış Başbakan ve bakanlardan oluşan hükümet.
Yargı;
Yasaların Anayasaya uygun olup olmadığını denetleyen ve yüce divan görevi yapan
Anayasa mahkemesi,
Yargının yasalara uygun ve adil karar verip vermediğini denetleyen,Yargıtay,
Yürütmenin her kademesinde yaptığı uygulamaların anayasa ve yasalara uygun olup
olmadığını denetleyen, Danıştay
Devletin tüm harcamalarının yasalara göre yapılıp yapılmadığını denetleyen Sayıştay
dır.
Bütün bu kurumlar bağımsız olmalıdır. Çünkü her biri hiçbir etki altında
kalmadan görevini tarafsız olarak yapabilmelidir. Ancak gerçekte böyle midir? Günümüzde
yargının bağımsız olmadığı en uzman hukukçular, hatta siyasetçiler tarafından
dile getirilmektedir. Öncelikle Yargıç ve savcıların atama ve yer değiştirmeleri
ile özlük haklarına bakan "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda" Adalet
bakanı veya temsilcisinin bulunmasının bağımsızlığı zedeleyen bir durum olduğu
belirtilmektedir. Yürütme her ne kadar "biz kurulun işine karışmıyoruz"
deseler de yargı mensuplarının görev yerlerinin değiştirilmesinde her zaman yürütmenin
ağırlığının olduğu kabul ediliyor. Ayrıca bütçede yargıya ne kadar ödenek ayrılacağı,
yargıç ve savcıların korunması hep yürütmenin alacağı kararlara bağlı.
Yargı bağımsız olmadan, siyasetçilerin ve üst bürokratların dokunulmazlıkları
kalkmadan ülkemizde "temiz toplumun" kurulamayacağı anlaşılmak da.
Zülfü LİVANELİ 22.03.2002 günü köşesinde bu konuya değinmiş. Ve demiş ki;
"Bozuk düzen dayanağını kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlememesinden, yönetenlerin
yargı denetimi dışında kalmasından alıyor. Yasama, Yürütme ve yargı bu üç
kuvvet bilinçli olarak öylesine birbiri içine sokulmuş ve öyle akıl almaz bir kaos
yaratılmış ki, suçlular cezalandırılamıyor, kimseden hesap sorulamıyor. Bu ülkede
bir kez yönetim kadrolarına sızmayı başarmışsan; yargı senin için yok; Yasalar
senin için işlemiyor. Soygun yap, kurtuluyorsun, Adam öldür, kurtuluyorsun. Partizanlık
yaparak Devleti zarara uğrat, kurtuluyorsun. Kamu bankalarını iflas ettir,
kurtuluyorsun. Belediyelerde korkunç rüşvetler al, bir iki yıl içinde karun gibi
zengin ol, kurtuluyorsun. Çünkü yönetenler kendilerini yasa denetimi dışına çıkarmışlar.
Türkiye'nin en büyük yarası yargı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'ın
"yolsuzlukları önlemek için siyasilerin de yargılanması gerektiği yolundaki sözleri
çok önemli.
Bütün bu sözlere katılmamak elde değil. Ancak Anayasa ve yasalardaki bu değişiklikleri,
iktidarı, muhalefeti ile siyasetçiler yapmıyorlar. Bu değişiklikleri TBMM den yani
milletvekillerinden başka kimse yapamayacağına göre bu değişiklikler nasıl olacak?
Halkın baskısı desek böyle bir talep güçlü şekilde yok. Eğer bir siyasi parti
programına "dokunulmazlıkları kaldıracağım" dese oyu ne kadar artar? Öyleyse
bu değişiklikler nasıl olacak?
Zülfü LİVANELİ'nin tüm söylediklerine katılmakla birlikte bunun nasıl yapılacağının
da saptanması da gerek. Bunun için önce kendi çevremizden başlanması gerekir
diyorum. Yolsuzluk, haksızlık yapan apartman yöneticimizi, oda, sendika, kooperatif başkanımızı
değiştirmeyi, yargılamayı beceremiyorsak siyasetçilerin dokunulmazlıklarını kaldırmalarını
nasıl sağlayacağız?
DAYAK
Nevruz da yine olaylar çıktı ve ölenler, yaralananlar oldu. TV de polisin insanları
nasıl copladığını içim titreyerek izledim. Birçoğunuz diyecek ki "onlarda
izinsiz gösteriye katılmasaydı, polis dağılın dediğinde dağılıp polise karşı
gelmeseydi."
Bunlar doğru. Ancak böyle diye polisin insanları bu şekilde cezalandırması gerekir
mi? Güvenlik güçlerinin görevi cezalandırmak mıdır? Yoksa suçluları yakalayıp
adalete teslim emek mi? Suçluların cezasını verme görevi adalete ait değil mi? Güvenlik
güçleri kendisine karşı koyulmadığı taktirde şiddete başvurmaz. Kendisine karşı
şiddetle karşı koyulsa bile etkisiz hale getirildiği halde şiddete başvurmanın
anlamı var mı? TV de gördük ki yerde yatan, polisin rahatlıkla alıp götürüp
adalete teslim edebileceği insanları nasıl insafsızca copladığını.
Çok zaman kendimi coplanan veya coplayan kişi yerine koymağa çalıştım. Her ikisi de
olmak istemediğimi anladım. Hele kendimi birini coplayan kişi olarak düşündükçe tüylerim
diken diken oldu.
Bir hukukçu arkadaşımda diyor ki "biz halk olarak bunu kanıksadık. Evde, okulda,
çıraklıkta velhasıl eğitimin her kademesinde dayağı benimsemişiz." Doğru bu
gün bile okullarda dayak yasak olduğu halde bazı öğretmenlerin dövdüğü için ölen,
sakat kalan çocukları basında okuyoruz. Eskiden en çok dayak askerde yenirdi. Şimdi
orda da yasak. Çocuğumuzu çıraklığa verirken ustasına. "eti senin, kemiği
benim al adam et" derdi babalarımız. Ata sözlerimiz bile var. "Dayak
cennetten çıkmadır." Veya " sözden anlamayanın hakkı tektir, tektir ile
uslanmayanın hakkı kötektir."
Toplumun her aşamasında şiddetin kalkması için önce kafalarımızdan bunu silmemiz
gerekmez mi? Düşmanımıza bile olsa şiddet kullanıldığında " OH OSUN"
demiyorsak, karşı çıkıp engellemek cesaretini gösteremesek bile içimizden
"YANLIŞ" diyebiliyorsak o zaman şiddet zamanla ortadan kalkacaktır.
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|