|
GÖZLEM
Ali Kaya
25 Şubat 1906'da Doğdu. 1948'de Öldürüldü...
Doğumunun 96.yılında O'nu Saygı ve Özlemle Anıyoruz.
IŞIĞA HASRET!.. GÖKYÜZÜNE HASRET BİR OZAN:
SABAHATTİN ALİ
Sabahattin Ali'nin "BÜTÜN ŞİİRLERİ" kitabını açıyorum. Okurken
burukluk duyuyorum. Çünkü hemen hepsi hapishaneden, demir parmaklıklar arkasında yazılmış
hüzün dolu şiirler... ışığa hasret. Gökyüzüne hasret; yaza, kışa, bahara, özgürlüğe
hasret!..
"Sizler, Sabahattin Ali'yi tanır mısınız?" ya da
"O'nun kim olduğunu biliyor musunuz?" diye sormadım yazımın başında. Çünkü
O'nu çok iyi biliyor ve yakından tanıyorsunuz. Şiirlerini bir bağlama ezgisiyle
dinlerken, içiniz sızlıyor, yüreğiniz burkuluyor! Ezim ezim eziliyor, bir tuhaf
oluyorsunuz!..
Siz hiç düğünlere gitmiyor musunuz? Ya da toplu gezilere, yemekli
toplantılara. İki kadehten sonra coşup, birlikte şarkılar, türküler söylemiyor
musunuz? Belki farkında değilsiniz ama; siz o yürekli insanın yaşamından birer kesit
olan şiirlerini ezgileriyle okuyorsunuz.
"BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN/ALDIRMA GÖNÜL, ALDIRMA/ AĞLADIĞIN DUYULMASIN..."
dizelerini söylerken acılarınızı içinize atacak, onurunuzdan ödün vermeden; siz de
ozan gibi alnınızı hep dik tutacaksınız... "Burada çiçekler açmıyor/Kuşlar
süzülüp uçmuyor./Yıldızlar ışık saçmıyor/Geçmiyor günler geçmiyor..."
derken, zorlu günleri birlikte yaşayacaksınız ozanla! Dışarıda kaç mevsim, kaç
bahar geçecek. Günler, orada su gibi akarken, gezip dolaşmaya özlem duyacaksınız ve
bir türlü geçmeyecek içerde günler, geçmek bilmeyecek... Gönülde kalmış eski
sevdalarda, aynada kalmış hayallerde hep umut arayacaksınız. Şarkılarda varım, türkülerde
sizlerle birlikteyim de, oyunlar acı veriyor böylesi günlerde bana... "Sabahattin
Ali; her dizesi acılarla dolu bu şiirleri, sizler düğünlerde göbek atasınız diye
yazmadı!.. derim kendi kendime...
"Sekiz yıldır uğramadım yurduma/Dert ortağı aramadım kendime/Geleceksen bir düşüp
ardıma/Kuldan değil, yıldızlardan sor beni" dizelerini , hangimiz mırıldanmayız,
mikrofonda biri söylerken, kendimizi koronun içinde buluvermeyiz ki... Bunun farkında
olmasak da ozanla bütünleşip özdeşleştiğimizi ona kendi içimizde, yüreğimizin
derinliklerinde bir yerlerde bulduğumuzu göstermez mi? Hepimiz biraz da S.Ali değil
miyiz ki zaten...
"Dışarda mevsim baharmış/Gezip dolaşanlar varmış/Günler su gibi akarmış/Geçmiyor
günler geçmiyor!.."
Öylesine arı bir Türkçe ile yazılmış ki bu şiirler..."Ana sütü gibi candan,
ana sütü gibi duru, ana sütü gibi temiz diyor ya Bedri Rahmi!... İşte öyle "DAĞLAR"şiiri...
Karacaoğlan gibi duru. Köroğlu gibi dağlara hasret!..
"Başım dağ, saçlarım kardır/Deli rüzgarlarım vardır/ Ovalar bana çok dardır/Benim
meskenim dağlardır... Şehirler bana bir tuzak/İnsan sohbetleri yasak/Uzak olun benden
uzak/Benim meskenim dağlardır... Yarimi ellere verin/Sevdamı yellere verin/Yelleri bana
gönderin/Benim meskenim dağlardır/Bir gün kadrim bilinirse/ İsmim ağza alınırsa/Yerimi
sora bulunursa/Benim meskenim dağlardır..
Yaşadığım günlerde "kadrin-kıymetin bilinemedi ama bugün biliniyor büyük
usta... Kısacık ömrü mahpusdamlarında geçti. Çok sevdiğim öğretmenliğini
elinden aldılar. Geçinebilmek için kamyon şoförlüğü yaptı. Bu da yetmedi, seni sırtından
vurdular sonunda!..
Sizler Sabahattin Ali'yi iyi biliyorsunuz. Hem de çok iyi
biliyorsunuz. Belki farkında değilsiniz ama, severek diliyorsunuz.
Sevgili Zülfü Livaneli'den Edip Akbayram'a nice gönül dostları bu ezgileri söylerken
hangimiz mırıldanmayızki...
Başın öne eğilmesin/Aldırma gönül, aldırma/Ağladığın duyulmasın/Aldırma gönül
aldırma... /Dışarıda deli dalgalar/Gelip duvarları yalar/ Seni bu sesler oyalar/Aldırma
gönül aldırma.../Görmesem bile denizi/Yukarıya çevir yüzü/Deniz gibidir gökyüzü/Aldırma
gönül aldırma.../Dertlerin kalkınca şaha/Bir sitem yolla Allah'a/Görecek günler var
daha/Aldırma gönül aldırma... /Kurşun ata ata biter/Yollar gide gide biter/Ceza yata
yata biter/Aldırma gönül aldırma...
Bir bağlama ezgisi gibi bu şiirleri 1931-34 yılları arasında yazmıştı Sabahattin
Ali...Dil devriminin henüz tamamlanmadığı o tarihlerde ne denli arı ve duru bir Türkçe
kullanılmış değil mi?.. O günlerde Konya hapishanesinde demir parmaklar arkasındaydı
ve dağlardan çook uzaktı...
Kendi kendine özgürdür ozan. Kendisi hapisten ama özgürlük Onun yüreğinden
kaynayan bir volkandır. Ozan için hapishane kendi kışındadır. Özgürlük O'nun içindedir.
Ozanlığı ve yüreğiyle aşar çevresindeki duvarları. Kendi özgürlüğünün karlı
dağlarında yitip gider. "Dağlar" Kuyucaklı Yusuf'un türküsündür. Yüreğinin
bağlamasıyla tel veri sesine. Hapishane duvarlarını aşar, topluma ses ve ışık
olur, bugünlere gelir.
Yarimi ellere verin/Sevdamı yellere verin/Yelleri bana gönderin/Benim meskenim dağlardır.
Şiirini okurken ya da ezgisiyle dinlerken, dağların üfürdüğü serin yeli solurken,
yüreğiniz burkulmaz, sızlamaz mı?
Yar olmadı bana devir/Her günün bir başka zehir/Hapishanelerde demir/parmaklıklara
sarıldım...
Öykülerindeki toplumcu öze karşılık, şiirlerinde bireysel öz, geleneksel bir biçimciliğin
tohumu gizlenir. O'nun "Hapishane Şarkılarını" örneğin Nâzım Hikmet'in
bir çok şiirleriyle, ya da Ahmet Arif'in "İÇERDE" adlı şiiriyle karşılaştırmak;
öz ve biçim sorununda, Sabahattin Ali'nin neleri yenemediğini gösterir..
Ey gönül, acayip huyun/Boğazından geçmez tayın/Acır testindeki suyun/Aklıma nazlı
yar gelir.
(SÜRECEK)
(Gelecek sayıda ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE BİR KİLOMETRE TAŞI: SABAHATTİN ALİ)
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|