|
ULUSAL
YAYINDA İSTANBUL HABERLERİ
Bülent TOP -
bulenttop1@hotmail.com
4 Ocak 2002 Cuma sabahı kar altında uyandık. Okullar tatil edilmemişti; insanlar bir
yerden bir yere ulaşmaya çalışıyorlardı. Bir süre yürüdükten sonra beni alacak
bir dolmuş bulabildim ve işyerime ulaştım. Akşam eve dönmem de epey karlı ve
maceralı oldu. İstanbul'un hangi semtinde yaşıyorum dersiniz?
Yemeğe oturduğumuzda bildik kanalların haberleri arka arkaya başlamıştı.
Haberler gene İstanbul'u anlatıyorlardı. "İstanbul felç oldu!" diyorlardı.
Köprünün trafiğini gösteriyorlardı. Lüks arabaların içindeki insanlarla röportaj
yapıyorlardı. O insanların şikayetlerini ve sıkıntılarını tüm Türkiye'ye aktarıyorlardı.
"İstanbul'a kar yağmazsa Türkiye'ye kar yağdı sayılmazmış". Bunu bile
kulağımıza sokuyordu haberlerdeki sunucu. Ben gene söylenmeye başladım.
Biz İstanbul'la yatıp İstanbul'la kalkmak zorunda mıyız? Bu koca ülke İstanbul'dan
mı ibaret? Biz İstanbul'la yaşamak zorunda mıyız?.. Eşim, "gene kıllanan adam
oldun!" diyerek kanalları değiştirmeye başladı. Açılan her kanalda sunucu İstanbul
dedikçe sinirlerimiz bozuldu gülmeye başladık.
Biz Anadolu'nun küçük şehirlerinden birisinde yaşıyorduk. Burası gibi Anadolu'nun
bir çok şehri çok çetin kış şartları altındaydı. Sadece benim yaşadığım şehirde
300 köy yolu kapalıydı ve biz İstanbul'u dinliyorduk yollarımız kapalı. İstanbul'u
dert edinmemiz isteniyordu. Anadolu'da insanların ahvali İstanbul'un yanında önemsizdi.
Ankara'yı da dert ediniyorlardı. Ne de olsa devlet Ankara'da yaşıyordu. İzmir'de kar
yağmıştı; bunu da fantezi bir haber olarak veriyordu tüm kanallar. Resmi rakamlar
benim yaşadığım şehirdeki kar kalınlığının 54 santim olduğunu söylüyordu aynı
saatlerde. İstanbul'da kars kalınlığı 20 santimdi. Ben bu mecrada söyleniyordum.
"İstanbul'da kaç kişi yaşıyor biliyor musun sen?" diye sordu eşim. Ben onu
biliyorum da, "İstanbul Anadolu'da kaç kişi yaşıyor, onu biliyor mu acaba?"
diye yanıt verdim.
Aramızda "İkizdere-İyidere- İspir" esprisi her zaman vardır. Buraların
yolları kışa girerken bir kapanır, bahar gelir hala açılmaz. TRT'nin radyo haberleri
sonunda, yol durumunu verirken buralar mutlaka anılır. Başka türlü de anımsanmaz
zaten. Kimse oralarda insanlar yaşadığını kafasında canlandırmaz nedense.
Metropoller kayak tatiline sık gittiği için Erzurum'daki hava durumunu da sık duyarız
İstanbul kanallarından. Kar yağınca Erzurum insanının sıkıntısını, ilçelerini
köylerini bilemeyiz de, uçaklar inip kalkabiliyor mu, pist açık mı onu öğreniriz.
Bir de İstanbul'luların tatil gidiş dönüşüne rastlarsa Bolu yolunun durumu bizim için
çok önemli hale gelir.
Türkiye kar altında kalır. Devekuşu gibi kafasını kara gömen medyanın kafasını
kaldırdığında görebildiği ancak boğaz köprüsünün trafiği, Ankara'da mahsur
kalan milletvekilleri ve İzmir Alsancak'ta kartopu oynayan insanlarla sınırlı kalır.
Bütün Türkiye'yi bunlardan ibaret sanan medya, "İstanbul, İstanbul" diye
çırpındıkça Anadolu insanının gözünde komik duruma düştüğünün farkında
olamaz.
Anadolu'da karın haber olabilmesi için meslek aşkıyla köyüne gitmeye çalışan bir
öğretmenin çok acı bir şekilde donarak ölmesi gerekir. Anadolu insanının acısından
bile bir reyting unsuru çıkarmasını da bilir medya.
Ben haberlerin karşısında böylesi bir haletiruhiye içine girmişken birden savaş
çıktı sandım. Televizyonlar Taksim, köprü girişi ve Kızılay'a canlı haber araçları
koymuş, habercilerini de kar altına dikmişti. Sunucu soruyordu: "Seni dinliyoruz
Ahmet, orada durum nasıl?", Ahmet'te savaş muhabiri edasıyla yanıt veriyordu:
"Sizin de gördüğünüz gibi kar yağışı devam ediyor. Yetkililer zincirsiz araçları
trafiğe bırakmıyorlar" falan filan. Bir kişi de Erzincan'dan,
Muş'tan, Sivas'tan haber vermez nedense. Bir de haber vermeye gidip kendilerini haber
haline getiren gazetecileri seyrettik. "Ben ve arkadaşlarım donmak üzereyiz."
diyorlardı. Araçları yolda kalmış "Savaş abi"lerini aradılar; gel bizi
kurtar diye. Hemen yanlarında duran jipleri de dikkatimizden kaçmıyordu. En azından
araçları kaloriferliydi; neden donmak üzere oluyorlardı anlayamıyorduk.
"Savaş abi"leri onların yanına gelebiliyorsa onlar neden mahsur kalıp donmak
üzere oluyordu onu da anlayamadık. Bu da büyük "şov(!)" haberciliğinin ürünlerinden
biriydi. Meğer gerçekten "Savaş" çıkacakmış ben yanılmamıştım.
Erzurum'da, Erzincan'da, Adana'da, Dinar'da deprem olur, ardından uzmanları çıkartırlar
televizyona. Sunucu ve uzman o depremin İstanbul'u etkileyip etkilemeyeceğini konuşur.
Genelde de istanbul'da yaşayan insanları rahatlatarak ve gülümseyerek kapatırlar
haberleri. Bizim için tehlike yok derler. Biz dedikleri onlardır. O deprem, yaşandığı
yerde ne korkular yaratmıştır ve oranın insanı için yeni bir tehlike var mıdır;
bunun önemi olmaz. Oradaki insanlar kendi depremlerinde İstanbul'u dinlerler. Bir de büyük
depremler olur. Van'da, Erzurum'da, Dinar'da İnsanlar ölür. İstanbul hiç değiştirmez
yaşantısını. Bir gün İstanbul'u da etkileyen Gölcük depremi gibi bir deprem olur,
bütün Anadolu ağlar. Arabasına, kamyonuna yiyecek dolduran Anadolu insanı yardıma koşar.
Şimdi depremden daha çok korkuyoruz tamam ama Erzurum'da, Van'da olan orta şiddetli bir
depremin İstanbul'a nasıl etki edeceğini öne çıkaran bir yayıncılık anlayışı
ayıp oluyor ve hatta komik oluyor. Bize o depremin Van'ı nasıl etkilediğini ya da
etkileyeceğini anlatın. Oradaki insanların içine düştükleri infiali, sancılarını
yansıtın. O an için bana ne,bize ne İstanbul'dan.
Cumartesi sabahı uyandığımda bu yazıyı yazmaya karar vermiştim. Yazı pazara kaldı.
Pazar günleri bütün gazeteleri alır okurum. Milliyet'te çarpıcı bir Can Dündar yazısı
ile karşılaştım. Hem şaşırdım, hem sevindim. "Karın asıl tahribatı"
adını taşıyan bu yazıyı okumayanlara tavsiye ederim. Ortak duygularımızı paylaşıyordu
o yazıda. "Kar yağdıkça biz ve onlar arasındaki mesafe gittikçe açılıyor"
diyordu. "Konya'da yolu kapanan 300 köy de, Şanlıurfa'da donarak ölen yurttaş
da, Samsun'da buzda düşerek hayatını kaybedenler de en az istanbul'dakiler kadar haber
olmayı hak ediyorlar."
Diyordu. İyi de bunu görebilmek için illa Can Dündar kadar duyarlı olmak mı
gerekiyor.
Şimdi olağan günlere dönelim. Sabah kalkıp televizyonun düğmesine basıyoruz.
Saat 7.30 mesela. Karşımızda tüm ülkeye yayın yapan televizyonlar var. Adam bana boğaz
köprüsü trafiğini anlatıyor. Murat Kazanasmaz'ı tüm Anadolu tanıyor artık.
Birinci köprü tıkandı ikinci köprüyü tercih edin diyor. Bana ne birinci köprüden
ikinci köprüden. Gülüyorum; çünkü Anadolu'dan böyle bir haber dinleyince komik
oluyor. Eşime evden çıkarken diyorum ki ikinci köprüden gidecekmişiz. Madem o
kadar büyük bir şehirsiniz ve madem o şehir sizin için diğer şehirlerden çok
daha önemli o zaman ulusal değil yerel yayın yapın. Anadolu'yu ikinci plana atan
haber anlayışının yıkılması gerekmez mi?
Ayşe Arman bir kar yazısı yazıyor. İşe gidecekmiş, kocasıyla da küsmüş, evde
yokmuş. Evden çıkmış ama işe gidememiş. Sinirinden kaz ciğerli sandviç yemiş.
Sonra yürüyüşe çıkmış, bir İngiliz'le tanışmış falan filan. Biz de aynen öyle
yaptık; sinirimizden kaz ciğerli sandviç yedik.
Metropollere sıkışan bir habercilik anlayışı bu ülkeyi saramıyor. Ekonomik
krizler yaşıyoruz örneğin. Denizli, Uşak, Afyon, Gaziantep, Konya, Çorum; bu şehirler
ekonomik olarak neredeyse on sene geriye gittiler. Buralarda yaşayan insanların ekonomik
sancıları ne kadar yansıdı medyada. En son krizde milyonlarca insan yoksuluğa düştü,
işsiz kaldı. Haberlere bakarsanız bu krizi sadece metropoller ve özellikle de
metropollerdeki varsıllar yaşadı. Krizi de nasıl çözdü haber kanalları. Akmerkez'e
bağlandılar, kapitol'e bağlandılar.
Oralarda seve seve indirim yapıyordu mağazalar. Bir kadın elinde bir ayakkabı ile görünüyordu.
Ayakkabının fiyatı 260 milyon. Çizmişler 160 milyon yazmışlar.
Haberci soruyor: "Ne yapacaksınız?" "Epey düşmüş sanırım alacağım"
diyor kadın.
Bu kandırmacayı İstanbul insanı yiyor mu (yediğini de sanmam) bilmiyorum ama
Anadolu insanı hiç yemiyor. Bir de isim koymuşlar: "Bu ülke için seve
seve".
Eee, soyulup soğana çevrilen bu ülkenin halini sevmeyen ne yapsın. Gitsin.
Son zamanlarda doğalgazla yatıp, doğalgazla kalkıyoruz. 80 küsur şehrin kaçında
var bu doğalgaz? Beşinde. Peki bu doğalgaz iyi bir şeyse neden bize gelmiyor.
Kimse bunu konuşmuyor. Botaş'ın karı, belediyenin karı vs. vs. Anadolu insanı bunların
kavgasını seyrediyor ama çok da bir şey anlamıyor. Benzin kaça geliyor bu ülkeye,
elektrik kaça mal oluyor? Telefon neden bu kadar pahalı? Odunun, kömürün fiyatı ne
oldu? kimse bunları konuşmuyor . Dar gelirli insan, gelirini elektrik,su,yakıt ve
telefona yatırıyor. Bunun sancısını kimse yansıtmıyor.
Şu anda Ahmet Muhip Dranas'ın dediği gibi kar yağıyor üstümüze inceden. Saat 19.00
a geliyor. Balkona baktım, kuşlar sabah ıslatıp verdiğim bütün ekmekleri yemişler.
Ben az sonra televizyonu açıp İstanbul haberlerini dinleyeceğim.
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|