baslik1.jpg (7323 bytes)      

market2.gif (15838 bytes)


21 OCAK   2002      SAYI: 442

baslik2.jpg (10108 bytes)

 Site İndeksi

Haberler

Köse yazıları

Politika kazanı

Kunye

Resmi telefonlar

Biraz Gülelim


ULUSAL YAYINDA İSTANBUL HABERLERİ


Bülent TOP -

bulenttop1@hotmail.com


4 Ocak 2002 Cuma sabahı kar altında uyandık. Okullar tatil edilmemişti; insanlar bir yerden bir yere ulaşmaya çalışıyorlardı. Bir süre yürüdükten sonra beni alacak bir dolmuş bulabildim ve işyerime ulaştım. Akşam eve dönmem de epey karlı ve maceralı oldu. İstanbul'un hangi semtinde yaşıyorum dersiniz?
Yemeğe oturduğumuzda bildik kanalların haberleri arka arkaya başlamıştı.
Haberler gene İstanbul'u anlatıyorlardı. "İstanbul felç oldu!" diyorlardı.
Köprünün trafiğini gösteriyorlardı. Lüks arabaların içindeki insanlarla röportaj yapıyorlardı. O insanların şikayetlerini ve sıkıntılarını tüm Türkiye'ye aktarıyorlardı. "İstanbul'a kar yağmazsa Türkiye'ye kar yağdı sayılmazmış". Bunu bile kulağımıza sokuyordu haberlerdeki sunucu. Ben gene söylenmeye başladım.
Biz İstanbul'la yatıp İstanbul'la kalkmak zorunda mıyız? Bu koca ülke İstanbul'dan mı ibaret? Biz İstanbul'la yaşamak zorunda mıyız?.. Eşim, "gene kıllanan adam oldun!" diyerek kanalları değiştirmeye başladı. Açılan her kanalda sunucu İstanbul dedikçe sinirlerimiz bozuldu gülmeye başladık.
Biz Anadolu'nun küçük şehirlerinden birisinde yaşıyorduk. Burası gibi Anadolu'nun bir çok şehri çok çetin kış şartları altındaydı. Sadece benim yaşadığım şehirde 300 köy yolu kapalıydı ve biz İstanbul'u dinliyorduk yollarımız kapalı. İstanbul'u dert edinmemiz isteniyordu. Anadolu'da insanların ahvali İstanbul'un yanında önemsizdi. Ankara'yı da dert ediniyorlardı. Ne de olsa devlet Ankara'da yaşıyordu. İzmir'de kar yağmıştı; bunu da fantezi bir haber olarak veriyordu tüm kanallar. Resmi rakamlar benim yaşadığım şehirdeki kar kalınlığının 54 santim olduğunu söylüyordu aynı saatlerde. İstanbul'da kars kalınlığı 20 santimdi. Ben bu mecrada söyleniyordum. "İstanbul'da kaç kişi yaşıyor biliyor musun sen?" diye sordu eşim. Ben onu biliyorum da, "İstanbul Anadolu'da kaç kişi yaşıyor, onu biliyor mu acaba?" diye yanıt verdim.
Aramızda "İkizdere-İyidere- İspir" esprisi her zaman vardır. Buraların yolları kışa girerken bir kapanır, bahar gelir hala açılmaz. TRT'nin radyo haberleri sonunda, yol durumunu verirken buralar mutlaka anılır. Başka türlü de anımsanmaz zaten. Kimse oralarda insanlar yaşadığını kafasında canlandırmaz nedense.
Metropoller kayak tatiline sık gittiği için Erzurum'daki hava durumunu da sık duyarız İstanbul kanallarından. Kar yağınca Erzurum insanının sıkıntısını, ilçelerini köylerini bilemeyiz de, uçaklar inip kalkabiliyor mu, pist açık mı onu öğreniriz. Bir de İstanbul'luların tatil gidiş dönüşüne rastlarsa Bolu yolunun durumu bizim için çok önemli hale gelir.
Türkiye kar altında kalır. Devekuşu gibi kafasını kara gömen medyanın kafasını kaldırdığında görebildiği ancak boğaz köprüsünün trafiği, Ankara'da mahsur kalan milletvekilleri ve İzmir Alsancak'ta kartopu oynayan insanlarla sınırlı kalır.
Bütün Türkiye'yi bunlardan ibaret sanan medya, "İstanbul, İstanbul" diye çırpındıkça Anadolu insanının gözünde komik duruma düştüğünün farkında olamaz.
Anadolu'da karın haber olabilmesi için meslek aşkıyla köyüne gitmeye çalışan bir öğretmenin çok acı bir şekilde donarak ölmesi gerekir. Anadolu insanının acısından bile bir reyting unsuru çıkarmasını da bilir medya.
Ben haberlerin karşısında böylesi bir haletiruhiye içine girmişken birden savaş çıktı sandım. Televizyonlar Taksim, köprü girişi ve Kızılay'a canlı haber araçları koymuş, habercilerini de kar altına dikmişti. Sunucu soruyordu: "Seni dinliyoruz Ahmet, orada durum nasıl?", Ahmet'te savaş muhabiri edasıyla yanıt veriyordu: "Sizin de gördüğünüz gibi kar yağışı devam ediyor. Yetkililer zincirsiz araçları trafiğe bırakmıyorlar" falan filan. Bir kişi de Erzincan'dan,
Muş'tan, Sivas'tan haber vermez nedense. Bir de haber vermeye gidip kendilerini haber haline getiren gazetecileri seyrettik. "Ben ve arkadaşlarım donmak üzereyiz." diyorlardı. Araçları yolda kalmış "Savaş abi"lerini aradılar; gel bizi kurtar diye. Hemen yanlarında duran jipleri de dikkatimizden kaçmıyordu. En azından araçları kaloriferliydi; neden donmak üzere oluyorlardı anlayamıyorduk.
"Savaş abi"leri onların yanına gelebiliyorsa onlar neden mahsur kalıp donmak üzere oluyordu onu da anlayamadık. Bu da büyük "şov(!)" haberciliğinin ürünlerinden biriydi. Meğer gerçekten "Savaş" çıkacakmış ben yanılmamıştım.
Erzurum'da, Erzincan'da, Adana'da, Dinar'da deprem olur, ardından uzmanları çıkartırlar televizyona. Sunucu ve uzman o depremin İstanbul'u etkileyip etkilemeyeceğini konuşur. Genelde de istanbul'da yaşayan insanları rahatlatarak ve gülümseyerek kapatırlar haberleri. Bizim için tehlike yok derler. Biz dedikleri onlardır. O deprem, yaşandığı yerde ne korkular yaratmıştır ve oranın insanı için yeni bir tehlike var mıdır; bunun önemi olmaz. Oradaki insanlar kendi depremlerinde İstanbul'u dinlerler. Bir de büyük depremler olur. Van'da, Erzurum'da, Dinar'da İnsanlar ölür. İstanbul hiç değiştirmez yaşantısını. Bir gün İstanbul'u da etkileyen Gölcük depremi gibi bir deprem olur, bütün Anadolu ağlar. Arabasına, kamyonuna yiyecek dolduran Anadolu insanı yardıma koşar.
Şimdi depremden daha çok korkuyoruz tamam ama Erzurum'da, Van'da olan orta şiddetli bir depremin İstanbul'a nasıl etki edeceğini öne çıkaran bir yayıncılık anlayışı ayıp oluyor ve hatta komik oluyor. Bize o depremin Van'ı nasıl etkilediğini ya da etkileyeceğini anlatın. Oradaki insanların içine düştükleri infiali, sancılarını yansıtın. O an için bana ne,bize ne İstanbul'dan.
Cumartesi sabahı uyandığımda bu yazıyı yazmaya karar vermiştim. Yazı pazara kaldı. Pazar günleri bütün gazeteleri alır okurum. Milliyet'te çarpıcı bir Can Dündar yazısı ile karşılaştım. Hem şaşırdım, hem sevindim. "Karın asıl tahribatı" adını taşıyan bu yazıyı okumayanlara tavsiye ederim. Ortak duygularımızı paylaşıyordu o yazıda. "Kar yağdıkça biz ve onlar arasındaki mesafe gittikçe açılıyor" diyordu. "Konya'da yolu kapanan 300 köy de, Şanlıurfa'da donarak ölen yurttaş da, Samsun'da buzda düşerek hayatını kaybedenler de en az istanbul'dakiler kadar haber olmayı hak ediyorlar."
Diyordu. İyi de bunu görebilmek için illa Can Dündar kadar duyarlı olmak mı gerekiyor.
Şimdi olağan günlere dönelim. Sabah kalkıp televizyonun düğmesine basıyoruz.
Saat 7.30 mesela. Karşımızda tüm ülkeye yayın yapan televizyonlar var. Adam bana boğaz köprüsü trafiğini anlatıyor. Murat Kazanasmaz'ı tüm Anadolu tanıyor artık.
Birinci köprü tıkandı ikinci köprüyü tercih edin diyor. Bana ne birinci köprüden ikinci köprüden. Gülüyorum; çünkü Anadolu'dan böyle bir haber dinleyince komik oluyor. Eşime evden çıkarken diyorum ki ikinci köprüden gidecekmişiz. Madem o
kadar büyük bir şehirsiniz ve madem o şehir sizin için diğer şehirlerden çok
daha önemli o zaman ulusal değil yerel yayın yapın. Anadolu'yu ikinci plana atan
haber anlayışının yıkılması gerekmez mi?
Ayşe Arman bir kar yazısı yazıyor. İşe gidecekmiş, kocasıyla da küsmüş, evde
yokmuş. Evden çıkmış ama işe gidememiş. Sinirinden kaz ciğerli sandviç yemiş.
Sonra yürüyüşe çıkmış, bir İngiliz'le tanışmış falan filan. Biz de aynen öyle yaptık; sinirimizden kaz ciğerli sandviç yedik.
Metropollere sıkışan bir habercilik anlayışı bu ülkeyi saramıyor. Ekonomik
krizler yaşıyoruz örneğin. Denizli, Uşak, Afyon, Gaziantep, Konya, Çorum; bu şehirler ekonomik olarak neredeyse on sene geriye gittiler. Buralarda yaşayan insanların ekonomik sancıları ne kadar yansıdı medyada. En son krizde milyonlarca insan yoksuluğa düştü, işsiz kaldı. Haberlere bakarsanız bu krizi sadece metropoller ve özellikle de metropollerdeki varsıllar yaşadı. Krizi de nasıl çözdü haber kanalları. Akmerkez'e bağlandılar, kapitol'e bağlandılar.
Oralarda seve seve indirim yapıyordu mağazalar. Bir kadın elinde bir ayakkabı ile görünüyordu. Ayakkabının fiyatı 260 milyon. Çizmişler 160 milyon yazmışlar.
Haberci soruyor: "Ne yapacaksınız?" "Epey düşmüş sanırım alacağım" diyor kadın.
Bu kandırmacayı İstanbul insanı yiyor mu (yediğini de sanmam) bilmiyorum ama
Anadolu insanı hiç yemiyor. Bir de isim koymuşlar: "Bu ülke için seve seve".
Eee, soyulup soğana çevrilen bu ülkenin halini sevmeyen ne yapsın. Gitsin.
Son zamanlarda doğalgazla yatıp, doğalgazla kalkıyoruz. 80 küsur şehrin kaçında var bu doğalgaz? Beşinde. Peki bu doğalgaz iyi bir şeyse neden bize gelmiyor.
Kimse bunu konuşmuyor. Botaş'ın karı, belediyenin karı vs. vs. Anadolu insanı bunların kavgasını seyrediyor ama çok da bir şey anlamıyor. Benzin kaça geliyor bu ülkeye, elektrik kaça mal oluyor? Telefon neden bu kadar pahalı? Odunun, kömürün fiyatı ne oldu? kimse bunları konuşmuyor . Dar gelirli insan, gelirini elektrik,su,yakıt ve telefona yatırıyor. Bunun sancısını kimse yansıtmıyor.
Şu anda Ahmet Muhip Dranas'ın dediği gibi kar yağıyor üstümüze inceden. Saat 19.00 a geliyor. Balkona baktım, kuşlar sabah ıslatıp verdiğim bütün ekmekleri yemişler. Ben az sonra televizyonu açıp İstanbul haberlerini dinleyeceğim.



YANIKOĞLU II

HİZMETİNİZDE

YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI

(Eski Mavi Market)

 

baytak.gif (9634 bytes)

 

ismetbaytak@hotmail.com

bergamakuzeyege@hotmail.com

 

berg-int.jpg (4556 bytes)

 

cizgi1.jpg (425 bytes) cizgi2.jpg (579 bytes) cizgi3.jpg (545 bytes)

HER SALI GÜNCELLENİR