|
İZLENİM Recai Şeyhoğlu
DÜŞÜNÜYORUM
Hüseyin YURTTAŞ "Şiir sözün arınmışıdır." diyor. Ne güzel söylemiş.
Karl Marks "Disiplinsiz insan hayvandır." demiş. Dünyada ne kadar da
disiplinsiz insanlar yaşıyor. Kim hayır diyebilir buna.
Oya Baydar'ın "Sıcak Külleri Kaldı"sını okuduktan sonra görüşüp konuştuğum
"yenge"mizin "Vallahi de billahi de Ülker ben değilim." deyişini
hep düşünüyorum.
İstanbul'da başörtüsü eylemi yapan gerici-yobaz güruhun demokratik taleplerini (!)
dile getirmek için Evrensel gazetesini topluca ziyaret edişleri beni düşündürüyor.
Gülten AKIN'ın "Şiir seçe seçe azaltılır, roman seçe seçe çoğaltılır."
sözüne karşın neden kimi şairlerin şiir adına her aklına gelen sözü dizelerinde
kullandığını, düşünüyorum...
Onbinde yirmialtı oy alan bir siyasi partinin ve liderinin her bir fırsatta kendini göstermesine
ve yayın çokluğuna karşın hala neden bir varlık gösteremediğini düşünüp
duruyorum.
13 Mayıs 2001 tarihli Milliyet Pazar'daki Ahmet Tulgar'ın röportajında manken Deniz
Akkaya, "Pakize Suda 'güzel kadın gazeteci' kategorisine de girmiyor, çünkü güzel
değil. Ayşe Arman girebilir. Ayşe Arman'ı da çok sevmememe rağmen Gülben Ergen yazısında
bana geçirmişti. Ama o bu kategoriye girebilir." diyor.
"Geçirmek" fiiline takıldım kaldım. Bunu söyleyen bir bayan. Amerikan Dili
ve Edebiyatı okumuş bir bayan nasıl olur da bu denli bayağı konuşabilir, neden böyle
konuşur, düşünüp duruyorum.
İlköğretim Okullarında sabah öğlen niçin hergün "Andımız" okutulur düşünür
dururum. Daha mı Türk, daha mı doğru, daha mı çalışkan olunuyor acaba?..
Geçtiğimiz yıl KESK, sık sık Konak Meydanı'nda oturma eylemi ve basın açıklaması
yapardı. Tam ezan okunduğu sırada eylemi yönetenin ya da kürsüdeki konuşanın
kitleyi susturması beni o gün bugün düşündürmüştür hep.
Feodalizmin ideolojisine saygı!.. Susturulma nedenimiz bu. Oysa "Kahrolsun İMF"
diyoruz."Susma, sustukça sıra sana gelecek" diyoruz.
Ezanı okuyana ya da eğilip kalkan cemaata saygısızlık eden yok ki...
Gözünü sevdiğim Mustafa Kemal'i... Yüzyıllardır Arapça okunan ezanı nasıl da bir
gecede Türkçe'ye çevirivermişti. 18 yıl nasıl da sürmüştü bu cumhuriyetçi tavır...
Halkın değer yargılarına saygı diye bizimkiler bu radikalliğe de yanaşmazlardı.
Eminim.
Bu arkadaşların devrimcilik anlayışlarını düşünüyorum hep.
Diyelim ki eşimiz, anne ya da babamız ağzını şaplatarak yemek yiyor. Saygı diye
susacak, uyarmayacak mıyız hiç onları?..
Hep düşünürüm böyle ufak tefek ayrıntıları.
DSP Aydın Milletvekili ve TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı Sema Pişkinsüt
bir ara, bir karakol ziyaretinde Filistin Askısı bulmuştu. Ne demişti o günün İstanbul
Valisi:
- Bulmuş bir sopa dolanıyor!
İşte bu sözün ne anlama geldiğini her daim düşünüyorum.
"Bay Roman" Orhan PAMUK'un "Öteki Renkler" kitabındaki (sayfa 265)
"Aziz Nesin, Nazım Hikmet'in modern bir biyografisini yazıp bir gazetede tefrika
ediyordu. Nazım Hikmet'i kötülüyor diye öyle saldırdılar ki ona, kitap yarıda kaldı.
Yılmaz Güney'in katilliği ve kumarbazlığının ciddiyetle tartışıldığı bir
metni okuduğumu hatırlamıyorum.
Alçakgönüllü hayatının rengi efsanelerden o kadar uzak olan Sait Faik'i bile öylesine
efsaneleştirmişizdir ki onun eşcinselliğinden bahsedilmez." sözleri beni öyle
derin derin düşündürüyor ki...
"... Ülkesinin dertleriyle ilgilenen roman yazarının maneviyatını bozar gazete.
Güne kötü başlamasına neden olur. 12 Eylül öncesi roman yazarken kendime gazete
okumayı yasaklamıştım. Bence sabah gazete okumak romancıya zararlıdır. " diyen
evrensel romancımızın bu sözleri de düşündürüyor beni.
Benim en büyük keyfimdir sabah sabah gazete okumak.
Lenin, "Tüm idealist felsefe son çözümlemede tanrıbilimin savunucusudur.
Tüm dincilerin ve gericilerin özdekçiliğe (materyalizme) düşman kesilmeleri boşuna
değildir. Ne idealizmden ne de materyalizmden haberleri bulunan geri ülkelerin softaları
bile ne dediklerini pek bilmeden kulaktan kaptıkları bu sloganı yineleyip dururlar. 'Bütün
kötülüklerin nedeni materyalizmdir.' diye..."
Lise mezunu bile olmayan kimi softaların materyalizme bu denli düşman oluşu hep düşündürür
beni.
Antik Yunan düşüncesinde Thales, Anaksimandros, Herakleitos, Demokritos, Epikuros ve
Ksenofanes gibi düşünürlerin yazılarında tarnıtanımaz öğelere rastlanırken
Bilgici Prodikos'a göre tanrılar, siyasal hesaplarla halkı sömürmek için ileri sürülmüş
uydurmalardan başka bir şey değilken, nasıl oluyor da binlerce yıl sonra Tanrı adına
Asya'da, Avrupa'da, Amerika'da insanlar cezalandırılır, din adına yakılır, gel de düşünme!..
Hep düşünmüşümdür. Neden çok sayıda şair var da, şiir kitapları şair sayısı
kadar satılmaz ülkemizde? Yoksa gerçekten Aziz Nesin'in dediği gibi, "Türkiye'de
her iki kişiden üçü şair." mi?
Beğenmediğimiz (5.749.760) nüfuslu İsrail'de ilköğrenimde öğretmene düşen öğrenci
oranı 12.5, bir türlü sevemediğimiz (10.707.135) nüfuslu Yunanistan'da 14,
(31.133.486) nüfuslu Cezayir'de 27, Burindi'de 50, Avusturalya'da 17, (126.182.077) nüfuslu
Japonya'da 19, (8.194.172) nüfuslu Bulgaristan'da 17, (754.064) nüfuslu Kıbrıs'ta 15,
(82.087.361) nüfuslu Almanya'da 17, (8.883.590) nüfuslu İsveç'te 8, (171.853.126) nüfuslu
Brezilya'da 24, (275.562.673) nüfuslu Amerika Birleşik Devletleri'nde 16 iken Türkiye'de
bu oranın 28 oluşunu da düşünür de düşünürüm.
Hükümetlerin eğitim harcamasının ne olduğu her ülkede aşağı yukarı belli iken (İsveç'te
%8, İngiltere'de %11.6, Arjantin'de %12.6, Kolombiya'da %19, Kanada'da %12.9, Romanya'da
%10.5, Norveç'te %15.8, Hollanda'da %9.8, İsrail'de %12, Moldova'da %28.1, Fransa'da
%10.9, Finlandiya'da %12.2, Arnavutluk'ta %11.7, Kırgızistan'da %23.5, Güney Kore'de
%17.5, Endonezya'da %4,4, Etiyopya'da %13.7, Fas'ta %24,9, Botswana'da %21.8, Kongo
Cumhuriyeti'nde %14.7) Cezayir belli değil.(*)
Maalesef Türkiye'nin de...
İşte bu da düşündürüyor beni.
Son iki yıldır İzmir'deki öğretmen atamalarında öyle bir karmaşa yaşanıyor ki,
tek bir öğretmenin bu konuda İl Milli Eğitimdeki sorumlu zattan hesap sorduğu yok.
Neden, niçin dediği de...Şube müdürlerinin belirli bir yıldan sonra başka şubelere
ataması yapılır, yerleri değiştirilirken işleri karman çorman eden bu zat hala yıprattığı
koltukta oturur. Bu da ince ince düşündürüyor beni.
Bu konuyu "Eğitim Sorunları" konulu bir televizyon programında dile getirmeme
karşın harekete geçmeyen ilgililerin ilgisizliğini de düşünmüyor değilim.
Demokratik Eğitimciler Sendikası (DES) nın kurucu Başkanı Fethi BOLAYIR
"Cumhuriyet" diye bir şiir yazmış. Kan döktük kana kana / Öyle kavuştuk
sana / Milli Mücadele için / Atam çıktı Samsun'a
Gel de kara kara düşünme. Bu da şiir mi diye...
Mübarek, Frankestain ruhlu. Ya da Drakula. Baksanıza!..
Erdal İnönü'nün Başbakan yardımcılığından bu yana çoğu yetkili ağızlarca
sendikaya üye olmanın öğretmene, eğitim çalışanına zarar vermeyeceği, eğitim
sendikalarının demokratik kuruluşlar olduğu söylense de hala yeterli sayıya ulaşmadığımızı
gördükçe düşünmekten, derin derin düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi.
Tavşan yüreği mi taşıyoruz acaba diye düşünüyorum epeydir...
Okul müdürlerinin general ya da banka genel müdürleri odasına benzeyen odalarını görünce
de düşünüyorum, içim burkularak. Polonya'da küçücük odasında, üç beş sandalye
ve külüstür masasıyla işlerini gören teknik okul müdürüyle gel de kıyaslama
bizim lüks düşkünlerini... Hani fakir ülkeydik, hani tasarruf. Hani israf haramdı?..
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmenlerinin niçin öğrencilerini "Selamünaleyküm"
diye selamladıklarını hep düşünürüm.
Çoğu okul kütüphanesinde Türk İslam Sentezci gerici kitapların öğrenciler için
pedagojik açıdan hiçbir yararı olmadığını bilmemize karşın, niçin yok
edilmeleri için girişimlerde bulunulmayışını laik Türkiye Cumhuriyeti'nin devrimci
yurtsever bir öğretmeni olarak düşünürüm her daim.
Çocuklu bir ailenin mutfağında haşere ilacı, zefiran, tuz ruhu ulu orta ortaya
konulmamalı diye düşünürüm hep.
Tüm ilköğretim okullarında ne diye akvaryum, teraryum kurulmaz ve küçük çapta kuş
cennetleri yaratılmaz, diye hep düşünmüşümdür. Muhabbet kuşu olmayan sınıfa yer
yok benim dünyamda.
Vivaldi, Beethoven, Mendellson niçin derslerde dinletilmez, niçin her sınıfın bir
kasetçaları olmaz, niçin bütün okullarda teneffüslerde Ruhi Su, Nilüfer, Barış
Manço, Songül Karlı gibi müziğimizin değişik renklerine yer verilmez?
Niçin Din Dersleri zorunlu ders kapsamına alınır da , tiyatro-bale-yazarlık eğitimi-diksiyon
dersleri zorunlu olmaz?
Hep düşünmüşümdür bunu...
Din Derslerinin seçmeli ders haline getirilmesiyle Arap'ı, Acem'i mi küstürürüz
yoksa?..
Şeker Bayramını ya da Kurban Bayramını iki üç gün önceden kutladığımız oldu
mu hiç...
29 Ekim'i, 23 Nisan'ı niçin?!.
Kimler, neyin içini boşaltmaya çalışıyorlar dersiniz... İşte bu soruyu hep
birlikte düşünelim. Bunun konuşulmasını, tartışılmasını düşünüyorum yıllardır.
Ben de ne çok düşünüyorum!..
Hindi de düşünüyor, ne oluyor ki sanki...
Ama gene de düşünmeye devam diyorum!
Varsak düşüneceğiz!
"Düşünürler bugüne kadar hayatı hep tanımlamakla meşgul oldular. Oysa aslolan
onu değiştirmektir." diyor Marks.
O halde, değiştirmek üzere düşünelim.
Ben böyle düşünüyorum!
(*) Eğitim de Acı Tablo (Eğitim Sen Yayınları)
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|