|
GÖZLEM
Ali KAYA
BİR BAYRAM BİR ANI VE BİR YORUM
Yıl 1973, Aylardan Nisan... Baharın bereketli toprakları ilkbahar yağmurlarıyla ıslanmakta..
Rüzgarlar çiçekli dalları meyveye dönüştürmeye çalışıyor. Doğa yeniden yaşam
bulmuş ve toprak ozon kokuyor!.
Daha şimdiden Cumhuriyetin 50. yıl hazırlıklarına başlanmış. 50 Yıl Lisesi, 50. yıl
ormanı, parkı, caddesi veriliyor alanlara, salonlara... Cumhuriyet Bayramı uzak planda
yakın plandaysa 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı var ve ilkokulların bulunduğu
yerlerden acemice çalınan bando sesleri gelmekte...
Okulun Türkçe Öğretmeniyiz ya... Bir bayram, bir 10 Kasım konuşmasında farklı ses
getirmiştik ya... Bu bayramı da bize yüklediler. "Yahu öbürlerini anladık da bu
bayram ilköğretimin... İlköğretimden bir arkadaş konuşur benim bildiğim"
dediysek de olmadı ihale yine bizim üzerimizde kaldı. 8 sayfalık okkalı, vurucu bir
konuşma hazırlayıp koydum cebime. Bu metin önce Kaymakamın sansüründen geçmesi
gerekirken, göndermedim. Kaymakam Bey açacak önüne yazını, alacak eline kırmızı
kalemi, bazı yerlerin üstünü çizecek ve buraları yazından çıkar diyecek sana..
Hem konuş diyecekler, hem de güvenmeyecekler sana içinden ve kafandan geçenleri değil,
kendi istemleri doğrultusunda yönlendirecekler seni ve kişiliğinle oynayacaklar.
Hep kaçtım, ortalıkta pek görünmeden hafta boyunca. Müdürün kapısının önünden
hiç geçmedim aklına düşünüp de sormasın diye.. Son gün yakalandık. Konuşma
metni gelmedi diye Kaymakamlıktan telefon gelmiş.
Müdür Bey bunca yıllık öğretmeniz. Ne diyeceğimizi bilmiyor muyuz biz.. Güvenmiyorlarsa
konuşturmasınlar, niye bu sansür?.. Dedi "usul böyle" "Çıksın
kendisi konuşsun öyleyse.. Hem her bayram konuşmak zorunda mıyım ben... "Ya başın
ağrımasın sonunda; yaz bir şeyler gönder işte adet yerini bulsun. Şu saatten sonra
kim okuyacak zaten" deyince ver oradan bir kağıt dedim. Cebimdekiyle hiç ilgisi
olmayan bir iki sayfalık bir yazıyla yasak sandık:
"Meydanlarda birer tak/ Şöyle etrafına bak/ Geldi 23 Nisan/ Şah şak şak şak..
gibilerden suya sabuna dokunmadık hiç ve elimiz pis kaldı sizin anlıyacağınız..
Ertesi günü iskele meydanında.. Kürsüye çıktık. Zuladaki sayfaları çıkarıp bir
politikacı edasıyla başladık içimizden geçtiği gibi konuşmaya.
Yıl 1973 demiştik ya Cumhuriyet'nin 50. yıl hazırlıkları başlamıştı ülke
genelinde demiştik ya biz söze oradan girdik.
- Cumhuriyetimizin 50. yılına hazırlandığımız şu günlerde HALK EGEMENLİĞİ
diyoruz. DEMOKRASİ diyoruz. Oysa bu halkın %80'i okuma yazma bilmiyor. Bilenler okuduğunu
anlamaktan anlayanlar da yorumlamaktan aciz. Bilerek cahil bıraktığımız bu toplumu 4
yılda bir tahta sandığın başına gönderiyoruz. At'a, İt'e, Karga'ya, Tilki'ye,
Koyun'a oy verdiriyoruz. Demokrasiyi böylece kurduğumuzu sanıyoruz.
Oysa bu halkın önce bilinçlendirilmesi gerekir.. Kime neye oy verdiğini bilmesi
gerekir. Kendini yönetecek olanları bilinçle, daha iyi seçmesi gerekir. Demokrasi
bilinçli toplumların işidir. Ancak o düzeye geldiğimizde ayağın yere sağlam basan
demokrasinin temellerini atmış oluruz. Daha mutlu bir Türkiye, daha aydınlık bir Türkiye
bilinçli bir toplumla oluşur ancak. Yarın çocuklarımızın yüzüne bakarken de
utanmayız..." diye başlayan bu 23 Nisan konuşması 8 sayfa boyunca da aynı
sertlikle ve aynı tonla devam edip gidiyordu...
Konuşmam dinleyenlerin hoşuna gitmiş alacak ki sık sık alkışlarla kesiliyor, onlar
alkışladıkça ben daha da coşuyordum. Kendimi politikaya soyunmuş bir siyasi zannetmiştim
adeta.
Konuşmamı tamamlayıp kürsüden inerken, mikrofonu elimden alan Belediye Çavuşu kulağıma
eğilerek "Hocam; arka taraftan, balıkhanenin oradan eve git, birkaç gün de çalıma"
dedi. "Niye ki ? dedim. Ortalığı karıştırdın, kafana sandalye attılar da
havada yakaladık. Baksana çember içindesin. Baktım ki gerçekten de üniversiteli
arkadaşlar kolkola girerek bir çember oluşturmuşlar arka tarafta kafama sandalye atan
eski bir Adalet Partisi İlçe Başkanı "Öğretmen mi Politikacı mı bu adam? Ne
biçim konuşuyor. Bir öğretmen böyle konuşamaz, alın elinden o mikrofonu diye bağırıp
çağırmış olmayınca da oturduğu sandalyeyi kafama fırlatmış.
Sonra da Bakan Beye telefonlar telgraflar çekerek. "Burada bir öğretmen var. Parti
Başkanı gibi konuşuyor. Bu adamın derhal görevine son verilmesi ya da en erken bir
zamanda buradan alınması gerekir" demişler...
Araya yaz tatili girdi gelen giden olmadı. 10 Kasım'da biz bir daha estik yağdık ve
belki de Türkiye'de ilk defa bir 10 Kasım da dinleyenlerden alkış aldık. Bu da tuz
biber oldu üstüne. Bir sarı zarf ulaştı birkaç ay sonra elimize .
"Gereken lüzum üzerine Manisa ilinin Salihli İlçenin Adala kasabasına nakliniz
uygun görülmüştür..." Eşim ve bir yaşındaki kızım Dikili'de kaldı. Aldık
valizi gittik. ADALA'YA.. Oysa Anayasanın ilgili hükmü "Aile kutsal bir kurumdur,
parçalanamaz ve aile bütünlüğü devletçe korunur" diyordu.. Olsun Anayasa bir
defa delinmekle bir şey olmazdı ya ..Yollar da yürümekle aşınmazdı... O yollardan
biz çok gittik geldik, tam 2 yıl gerçekten de yollar bir türlü aşınmadı ama
ayakkabımızın altı delindi.. Varsın olsun yüreğimiz sağlam ya!..
Okuyucuya not:
Bu yazı kendimi anlatmak, kendimden söz etmek için yazılmadı.. Her Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramımızda aklıma gelir o olay ve o konuşma..
Aradan 28 yıl geçti. O günden bu güne değişmedi pek bir şey.. Anayasamız kaç kez
delindi.. Anayasaya aykırı kaç yasa çıktı çoğunluğu hukukçu olan o meclisten ve
Çankaya Köşkü'nden geri döndü. Anayasaya aykırı diye.. Yüzleri bile kızarmadı
aykırı yasa çıkaranların. Kıyımlar, sürgünler eskisi gibi olmasa da hala sürüyor.
Gencecik insanlar Ölüm Orucunda ve hantal yönetim vurdum duymazlık içinde..
Daha dün bir öğretmen arkadaşla konuştum. Menemen'de son memur eylemlerine katıldıkları
için dört idareci aile bütünlüğü parçalanarak birini Karaburun'a, birini Kiraz'a
diğerlerini de ulaşımı en güç olan ilçelere öğretmen olarak sürgün etmişler.
Demek ki bu kafa hala o kafa, devran yine o devran ve başımızda hala parlamenter padişahlık.
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|