|
Nezih
Öztüre’nin
e-mail‘inden
nezih@ozture.com
TAM BUGUNLERE UYGUN ...
Onun bu içtenlikli isteğine karşı çıkmak, büyük haksızlık
olacaktı."Tamam, sen planı hazırla, ben uygulamasını yaparım..."
Atatürk ve Nuri Conker, birinin hazırladığı, ötekinin uyguladığı plan sonunda
Florya Köşkü' nün tüm nöbetçilerini atlattılar ve köşkten kaçtılar.
Altlarında, Nuri Conker' in bir arkadaşının arabası vardı. Eylül sonu akşamı
sonbaharın tadını çıkararak, Çekmece'ye doğru gidiyorlardı.
Birden Atatürk' ün gözleri akşam güneşi altında çift süren bir köylüye takıldı.
Yaşlı bir adamdı bu. Sapanının sapına iyice yapışmış, toprakları yavaş yavaş
deviriyordu. Fakat çiftin bir yanında öküz, bir yanında merkep vardı. Eşit güçlerle
çekilmediği için sapan yalpa yapıyordu.
Atatürk şoföre durmasını söyledi. İndiler. Köylüye seslendi:
Kolay gelsin Ağa!.."
Köylü bu sese başını çevirmeden karşılık verdi:
Kolay gelsin" "İşler nasıl Ağa? Bu yıl mahsulden yüzünüz güldü mü?"
Köylü isteksiz konuştu:
Tanrı' nın gücüne gitmesin bey, bu yıl yufkaydı mahsul. Kabahatin acığı bizde, acığı
yukarda! Biz geç davrandık, yukarısı da rahmeti esirgedi."
Bakıyorum, sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu
senin?"
Var olmasına vardı ya, hıdrellezde vergi memurları sattılar."
"Hiç vergi memurları köylünün üretim aracını satar mı? Olmaz böyle şey!
Muhtara şikayet etseydin..."
Köylü güldü:
Muhtar başında deel miydi memurun, a bey?"
Atatürk dudaklarını dişleri arasında ezerek konuştu:
Kaymakama gitseydin."
Köylü iyice güldü.
Sen de benle gönül mü eyleyon beyim?" dedi.
Atatürk konuşmayı sürdürdü.
E peki, İstanbul şuracıkta geleydin valiye anlataydın derdini...
Onun işi bu değil mi?"
Köylü Atatürk' ün saflığına inanmış iyiden iyiye gülüyordu.
Konuşmanın tadını çıkardığı için keyiflenmişti de biraz. Kestirip attı:
"Bırak şu sağarı Allasen, biz onun buralardan gelip geçtiğini çok gördük.
Yakasına yapışsak acep derdimizi duyurabilir miyiz?"
Atatürk sordu:
Adın ne senin Ağa?"
Halil... Köylük yerde sorsan, Halil Ağa derler..."
"Demek varlıklısın?.. Ağa dediklerine göre."
Acık çiftimiz- çubuğumuz varken adımız ağa' ya çıkmış."
Peki Halil Ağa, bu senin işin beni bayağı meraklandırdı. Benim bildiğime göre, bir
çiftçinin üretim aracı elinden alınmaz. Sen aldılar diyorsun.
Hadi kaymakam şöyle, vali öyle diyelim; e peki bir başvekil İsmet Paşa var bilir
misin?"
"Bilmez olur muyum, beyim?"
Tamam öyleyse, hemen her hafta İstanbul'a geliyor. Florya Köşkü' ne iniyor.
Köşk de şuracıkta. Bir gün kapıda bekleseydin de derdini dökseydin ona... Herhalde
çaresini bulurdu."
Sen benim konuşmamdan hoşlaştın, gönül eyliyorsun. Ama bak şimci, tutalım gittim
vardım, beni o kapıya koymazlar ya...Tutalım ki kodular,
koskoca İsmet Paşa' mızı göstertmezler ya. Tut ki gösterdiler ya ona halimi nasıl
yanacağım hele; o sağarın sağarı! Heç işitmez beni..."
Nuri Conker, lafa karışmak istedi, Atatürk bir hareketiyle onu durdurdu.
E peki, bakalım bu dediğime ne bulacaksın!" dedi
Atatürk koca yaz şuracıkta oturup duruyordu. Gitseydin, çıksaydın önüne, anlatsaydın
halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya!.."
Köylü iyice keyiflenmiş, gülüyordu.
Sen ne diyorsun bey?" dedi.
Mustafa Kemal Paşa Atatürk' ümüzün yüzünü görmek için Peygamber gücü gerek...
Hem, tut ki gördük. Yiyip içmekten, işinden gücünden başını kaldırıp bizim öküzün
arkasından mı seyirecek?.."
Halil Ağa, sigarasının son nefesini ciğerlerine doldururken, Atatürk'ten yeni aldığı
sigarayı da kulağının arkasına yerleştiriyor, çiftinin başına gitmeye hazırlanıyordu.
Konuşacak bir şey de kalmamıştı. Atatürk köylünün omuzuna elini koyarak,
"Senden hoşlandım Halil Ağa" dedi.
Bir gün köyüne de gelir, bir ayranını içerim. Açık yürekli bir vatandaşsın. Ama
yine de sana söylüyorum, hakkını kimsede bırakma ara!.."
Döndüler, arabaya bindiler. Halil Ağa, onları uğurladı.
Meraklanma beyim, evelallah heç kimse bizim hakkımıza el değdiremez. Fakat bu, Devlet
Baba' ya borçtur. Ödenmesi gerek... Otomobil hareket etti.
Atatürk' ün canı sıkılmıştı.
Bir uygun yerden dönelim, tadı kaçtı bu işin!.." dedi. Dönüş yolunda
Atatürk konuşmuyor, sigara üstüne sigara yakıyordu. Yüzünde ince bir keder vardı.
Yahu çocuk, şu Halil Ağa' nın vergi borcundan öküzünü satmışız, merkeple çift
sürüyor, hala da 'Devlet Baba' diyor. Ne mübarek millet, bu millet!.."
Köşke döndüklerinde Atatürk yaverine emretti:
Şimdi" dedi: "İstanbul' da ne kadar bakan, milletvekili varsa hepsini
telefonla bulacaksın!.. Bu akşam kendilerini yemeğe bekliyorum. Ayrıca Vali Muhittin
Üstündağ ile İsmet Paşa' yı bul, onlara da haber ver." Yaver odadan çıktı.
Atatürk, Nuri Conker' e döndü:
Şimdi sen de arabayla çıkıp o Halil Ağa' ya gideceksin. Ona benim kim olduğumu söyleme.
Tüccar, zengin bir adam filan dersin. 'Seni sevdi, sana öküz alıverecek' diye bir şeyler
söyle, kandır. Kuşkulandırmadan al getir buraya."
O akşam Atatürk' ün sofrasında Başbakan İsmet İnönü, bakanlar, milletvekilleri ve
İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ' dan oluşan yirmi beş konuk vardı. Atatürk,
"Bu akşam soframıza efendimiz gelecek" dedi.
Kendisine nasıl davranacağınızı çok merak ediyorum."
Bir süre sonra içeri başyaver girdi ve Atatürk' ün kulağına bir şeyler söyledi.
Atatürk "Buyursun!" dedi.
Başyaver kapıyı açıp da Halil Ağa, gündüz konuştuğu beyin sofranın başında
oturduğunu, yanı başında da İsmet Paşa' nın yer aldığını görünce, şaşkınlıktan
dona kaldı. Dizlerinin bağı çözülmüştü. Atatürk onu görünce ayağa kalktı.
Arkasından tüm konukları da ayağa kalktılar. Atatürk son konuğunu, "Hoş
geldin Halil Ağa" diye karşıladıktan sonra kendisini sofradaki konuklarına tanıttı:
İşte beklediğimiz, Efendimiz" dedi.
Nuri Conker, Halil Ağa' yı Atatürk' ün sağ başına oturttu, kendisi de yanındaki
sandalyeye geçti. Atatürk, sofradakilere, o gün köşkten Conker'le birlikte nasıl kaçtığını,
Halil Ağa' yı, bir yanında öküz, bir yanında merkeple çift sürerken nasıl gördüğünü,
sigara yakmak bahanesiyle nasıl kendisi ile konuştuğunu ayrıntılı bir şekilde
anlattıktan sonra şöyle dedi:
Şimdi gerisini Halil Ağa ile birlikte yanınızda tekrarlayacağız.Ben sorduklarımı
baştan soracağım Halil Ağa da orada bana söylediklerini olduğu gibi
tekrarlayacak."
Halil Ağa' ya döndü:
Bak beri, Halil Ağa" dedi. "Sen bu akşam benim baş misafirimsin.
Senin açık sözlülüğünü pek çok beğendiğimi bugün söyledim. Konuşmamızdan
sonra sana hiçbir zarar gelmeyecek. Öküzünü de alacağım. Ama şimdi ben tarlada
sorduklarımı baştan soracağım, sen de orada söylediklerini aynen tekrarlayacaksın.
İşte soruyorum:
'Bakıyorum sapanın bir yanında öküz, bir yanında merkep koşulu. Öküzün yok mu
senin?"
Halil Ağa dudakları titreyerek Atatürk' ün ayağına kapanacak oldu. Atatürk önledi:
"Yoo, bak böyle şey istemem. Soruyorum cevap ver."
Soru- cevap valiye kadar aynen tekrarlandı. Sofradakiler, soluk almadan konuşmayı
izliyorlardı. Ürkütücü sorulara gelmişti sıra. Atatürk sordu:
"Peki İstanbul şuracıkta, gideydin valiye, anlataydın derdini, onun işi bu değil
mi?"
Vali Muhittin Üstündağ, Hali Ağa' nın ancak iki metre ötesinden kendisine bakıyordu.
Nasıl desin? Ter basmıştı iyice, işi savuşturmanın yoluna kaçtı:
"Vali paşamızı biz görüp dururuz buralarda. Eteğine düşsek derdimizi
duyurabilir miyiz ki..."
"Olmadı bu, Halil Ağa... Bana dediğin gibi, dosdoğru..."
"Böyle demedik mi beyim?.."
"Ya, ben mi yanlış anladım?.. Dur soralım bakalım Nuri' ye. Nuri, böyle mi dedi
bize Halil Ağa?"
Nuri Conker karşılık verdi. "Hayır Paşam!.."
"Gördün mü?.. Demek aklında yanlış kalmış. Hani bir şey dediydin sen, vali
neden duymazmış?.. Aynen bana söylediğin gibi söyle."
Halil Ağa kekeleyerek konuştu:
"Köylük yerinde bizim dilimiz sağar demeye alışmıştır, paşam" dedi.
"Kusura kalma gayri..."
Atatürk gülmeye başladı:
"Diplomatsın ki, yaman diplomatsın, Halil Ağa... Ama şimdi diplomatlık sırası
değil, doğruyu konuşacağız... Söyle bana, orada dediğin gibi..."
Halil Ağa gözünü yumup, başını yere eğdi:
"Şaşırmışım, ağzımdan yanlışlıkla 'Bırak bu sağarı' diye bir laf kaçırmışım..."
Sofrada gülüşmeler başlamıştı.
"Hadi buna da oldu diyelim. Geçelim gerisine:
"E, peki bir Başvekil İsmet Paşa var, bilir misin?"
Halil Ağa İsmet Paşa' nın yüzüne baktı ve gözlerini yere indirdi:
"Şanlı İsmet Paşamız bilinmez olur mu hiç? O bugüne bugün..."
Atatürk Halil Ağa' yı durdurdu.
"Bırak şimdi övgüleri" dedi. "Ben lafın gerisini getireyim: Tamam öyleyse,
hemen her hafta İstanbul' a geliyor, Florya Köşkü' ne iniyor, köşk de şuracıkta.
Bir gün kapıda bekleseydin de derdinidökseydin ona. Herhalde bir çaresini
bulurdu."
Halil Ağa yine kaçamak yanıt verdi:
"Kapıya koymazlar ya bizi, koysalar da şanlı paşamıza öküzümüzü mü yanacağız!.."
Atatürk' ün sesi iyice sertleşti:
Beni uğraştırma, Halil Ağa" dedi. "Erkek adam sözünü yalamaz.Ne dediysen,
tıpkısını tekrarlayacaksın!.."
Halil Ağa ürktü, toparlandı. Başını yine yere gömüp konuştu:
"Şanlı Paşamıza da sağar dedikti ya..."
"Yalnız sağar değil, 'sağarın sağarı' değil miydi?"
Halil Ağa yere eğik başını acıyla salladı:
"Öyle dedikti paşam, doğrusun!.." diyebildi.
Atatürk, İsmet Paşa konusunda daha fazla ısrar etmedi, sözü kendine getirdi.
"Son soruyu sorayım şimdi" dedi. "Bunun da karşılığını ver, öküzünü
al git."
"Koca yaz şuracıkta Atatürk oturmuyor mu? Gitseydin, çıksaydın önüne,
anlatsaydın halini. O da seni yüzüstü bırakacak değildi ya?"
"Hiç bırakır mı Aslan Paşam benim!.. Erip erişir de tarlama dek gelir, halimi
dinler."
"Bırak bunları Halil Ağa, dediğini tekrarla." Halil Ağa birden diklendi.
Her şeyi göze almış insanların yiğitliği içinde doğruldu. Atatürk' ün gözlerinin
içlerine bakarak konuştu.
"İşte bunu demem Paşam" dedi. "Ağzıma ataş doldur, işte bunu
demem!"
Atatürk gülmeye başladı:
"Zorlatacak bizi bu Halil Ağa, laf anlamıyor." dedi. "Mustafa Kemal Paşa
Atatürk' ümüzün yüzünü görmek için, Peygamber gücü gerek demiştin, yanılmıyorsam.
'Görsem de, işinden gücünden, yiyip içmekten başını kaldıracak da bizim öküzün
arkasından mı seğirtecek' demiştin." Halil Ağa'nın gözlerinden yaşlar inmeye
başladı. Taş kesilmiş, duruyordu.
Atatürk konuşmasını içtenlikle sürdürdü:
"'Atatürk de işi içkiye vurmuş, sarhoşun biri' demeye getirdin ya fazla üstelemeyeyim"
dedi.
"Şimdi bak beni dinle, Halil Ağa... Seni şu kadar üzmemin sebebi, şunu anlatmak
içindi: Şu gördüğün altı bay hükümet... Yani, biri Başbakan, ötekiler de Bakan!
Memlekete göz kulak olacak, işleri evirip çevirecekler diye bu makama getirilmişler.
Bir kanun gerekti mi, bu baylar hemen sıvanırlar, İsviçre' den mi olur, İtalya' dan mı
olur, Fransa' dan mı, velhasıl neredense, bir kanun buluştururlar, Türkçe' ye çevirtirler,
sonra basıp imzayı gönderirler Büyük Millet Meclisi' ne... Bu Millet Meclisi dediğim,
şu altı baştan senin yanına kadar olan beyler. Kanun bunlara gelir.
Bunlar da 'hükümet elbette incelemiş, gerekeni düşünmüştür, benim ayrıca
zorlanmama gerek yok' derler ve kaldırırlar parmaklarını, olur sana bir kanun!.. Ama
sonra bir vergi memuru gelir, vergi borcundan Halil Ağa'nın öküzünü çeker, satar...
Halil Ağa da tarlasını bir yanda merkep, bir yanda öküz, ırgalana ırgalana sürmeye
çalışır. Ama üretim düşermiş, ekim zorlaşırmış, kimin umurunda... Sonra ben
bunları görürüm, içim kan ağlar, işitirim, tasalanırım! E, hakça söyle bakalım
şimdi Halil Ağa... Sen benim yerimde olsan, efkar dağıtmak için, bunları bu beylerle
konuşmak için içmez misin? Ama sonra da Halil Ağa tutar, sana 'sarhoş' der..."
Halil Ağa' nın dili çözülmüştü:
"Öyle diyen yok haşa!.. Dinden çıkmak gibidir... Buldun mu bunu,
hacısı da içer, hocası da içer..."
Atatürk sordu:
"Peki sen de içer misin?"
"Hiç bulunur da içilmez olur mu, Paşam?.. İçeriz ki, tıpkı şerbet
gibi!.."
Atatürk hizmet edenlere işaret etti, kadehleri doldurttu. Kendi
kadehini Halil Ağa' ya uzattı:
"Hadi bakalım Halil Ağa" dedi. "Sağlığına içelim."
Halil Ağa, "Koca Allah, benim ömrümden de sana pay düşürsün Paşam,
sağlık düşürsün" dedikten sonra Halil Ağa, edeple başını kenara çevirdi,
eline verilen kadehi bir yudumda boşaltıverdi. Yüzü kızarmış, gözleri parlıyordu.
Ellerini dizlerinin üzerine koyarak Atatürk'e döndü:
"Yunan' ı denize döktün Paşam, bayrağımızı başucumuza diktin. Benim
gibi bir köylü parçasını sofrana alıp içirdin, sana duaya bilem dilim dönmez ki...
Nideyim ben şimdi? Bırak ki oh paşam, ayağını öpem..."
Halil Ağa Atatürk' ün ayağını öpmek için davranınca, Atatürk onu sıkıca tuttu
ve bu hareketi yapmasını önledi. Halil Ağa bu kez, Atatürk' ün ellerine sarıldı,
ellerini öpmeye başladı: "Bayrağımız gibi sen de başımızdan eksik olma inşallah!
Sana her kim düşman ise, onun yeri senin ayağının altı olsun!.. Gayri bana izin,
koca Paşam!.."
"Yemek yemedin!.."
"Yemek kolay... Meraklanır çocuklar, ben köyüme döneyim."
Atatürk Nuri Conker' e işaret etti.
Conker kalkıp Halil Ağa' nın yanına geldi, kalktı Halil Ağa, önce Atatürk'ü,
sonra sofradakileri selamlayıp kapıya doğru edeple geri geri çekildi. Kapı kapandığı
zaman Atatürk sofradaki öteki konuklarına döndü:
"Efendimizin halini gördünüz mü beyler?" dedi. "Devlet size böyle
davransa, siz ne yaparsınız? Mübarek millet bu, adam millet bu... Şimdi bu adam
milletin karşısında 'adam olmak,' bize düşüyor!.."
Sofrada kesin bir sessizlik vardı. Kimse gözlerini Atatürk'ten ayıramıyordu:
"Halil Ağa' nın öküzünü satıp, üretimini aksatan kanunu ya biz yaptık
ya da bizim yaptığımız kanun yanlış yorumlanarak Halil Ağa' nın öküzünü satıyor.
İkisi de bence birbirinden farksız... Böyle bir kanun yaptıksa,
memleket çıkarlarına aykırıdır. Nasıl yaparız, nasıl yapmışız bunu? Eğer yaptığımız
kanun doğru da, yorumlaması yanlış oluyorsa, o zaman sormak lazım. Hükümet nasıl
bir yönetim içindedir? Sonra unutmayın ki, olay İstanbul'da geçiyor.
Bunun Van' ı var, Bitlis' i var, kıyı bucak ilçesi var; acaba oralarda neler oluyor?
Bu çark iyi dönmüyor beyefendiler!.."
Derleyen: Hanri Benazus - Bütün Dünya
Kaynak: İsmet Bozdağ' ın "Atatürk' ün Sofrası" kitabı.
Hasan Rıza Soyak, Behçet Kemal Çağlar ve Kasım Gülek' in anıları
Yüce Atatürk ve Halil Ağa' nın hikayesi... Zaman zaman kaybettiğimiz, sahip çıkamadığımız,
hayatımızda fazla yer veremediğimiz ama milletimizin özünde olan ve de asla yitip
gitmeyecek değerlerimizin varlığını anımsatan bir anı.
Bu kitapçıkla sizlere yalnız sağduyuyu, anlayışı, fedakarlığı, çalışkanlığı,
mütevazılığı, emeğe saygıyı, şevkati ve erdemi değil; geçmişimizi, yarınlar için
umut dolu dileklerimizi de armağan etmek istiyoruz. Hayatımızın her anını,
Cumhuriyetimiz' in o ilk dönemlerindeki "berraklık" ile yaşamanızıdiliyoruz!..
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|