|
KAMERAMANCI
Halil PAŞAOĞLU
"BERGAMA'YI SEVİYORUM; ÖLDÜRÜN
HALKINI!"
Adam ayakkabılarının bağcıklarını çözdü, kara çizgili çoraplarını çıkardı,
ayak parmaklarının tırnakları uzamış ve uçları orak gibi kıvrılmıştı, gök
mavisi pantolonunun paçalarını dizlerine kadar sıvadı, çoraplar ayak bileklerinde çizgi
çizgi iz bırakmıştı. Uzaktan Midilli Adası görülüyordu. Mart ayı olmasına karşın
gökyüzünde bir tek bulut bile yoktu. Güneş sımsıcak ışıklarını denizin
mavisinde yıkıyordu. Adam, nemli kumların üzerine basa basa denizin kenarına geldi,
ceplerinin kenarından pantolonunu bir kez daha yukarı çekiştirdi, ayaklarını
dizlerine kadar denize soktu, kırmızı yanaklı bir bebeğe nazar erdiren bakışlarla gözlerini
denizin ortasına dikti. İşte, ne olduysa o an oldu.
Koca deniz fokurdamaya başladı. Deniz kaynıyordu, denizin kanı çekiliyordu, buharlaşan
iyotlu su gökyüzünde top top bulutlar oluşturuyordu, ama denize elinizi soksanız
eliniz yanmazdı, çünkü su serindi, yine de her tarafa sis başmıştı, Midilli artık
görünmüyordu. Musa Peygamber Kızıldenizi ikiye yardırmıştı, ama, bu böyle değildi;
sanki maviliğin dibi delinmişti, tuzlu su, bu koskaca delikten, çatlaklardan, yarıklardan
yok olup gidiyordu.
Denizin doldurduğu çukur artık olduğu gibi meydandaydı, yosunlar daha şimdiden
boyunlarını bükmüş can çekişiyordu, dört kiloluk bir ahtapot kollarını açmış
kafasını çamura gömmeğe çabalıyordu, mercan kayalıkları kıpkızıldı, yılan
balıkları, mıngırılar ıslak yosunların üzerinden kaymağa çalışıyordu, irili
ufaklı milyonlarca balık, kapkara olmuşlardı, çamurun üzerinde zıplıyorlar,
kuyruklarını kıvırıyorlardı, balıklar ölüyordu.
Adam, durduğu yerden geriye döndü, yüzünde buruk bir zafer işareti vardı, zaferi
buruktu, çünkü kendisi doyumsuzdu. Ayakkabılarına doğru yürümeğe başladı, çoraplarını
giyerken fısıldadı.
"Denizi seviyorum!"
Ahmet adlı, gür saçlı, yakışıklı, delikanlı mı delikanlı bir şoförü vardı,
arabasının arkasına kuruldu, Dikili'den Bergama'ya döndü. Allah'tan yolda hiçbir
yere bakmadı, aklından hiçbir şey geçirmedi, hatta siyanürle tüm ovayı zehirlemek
isteyen Ovacık Madenine dönüp bakmadı, ah ne olurdu da, oraya bir baksaydı!
Haylazlar Kayasını geçti, parlak siyah Mersedes arabası, Kozak Dağlarına doğru yol
alıyordu. Erken gelen baharın çiçek kokuları, yarı açık pencereden içeriye dalıyordu,
mersedes asfalt üzerinde tıs tıs yaylanıyor, lastiklerden çıkan ahenkli ses, bülbüllerin
sesine karışıyordu.
Adam, Ahmet'in omuzuna dokundu, arabayı durdurttu. Kapıyı açarak indi, Yangın Söndürme
ekibinin binaları az ötedeydi, İncecik Deresinin suyunu baraja çeviren köprüye doğru
yürüdü, tam köprünün ortasında durdu, iki bacağına yana açarak dineldi, başını
kaldırdı, o nazar değdiren bildiğimiz bakışlarla gözlerini Kozak Dağlarına dikti.
Önce otlar kurudu, sonra çalılıklar, söğütlerin yaprakları büzüştü, meşeler
çatladı, odun oldu, akçınarların kökleri artık gerekli besini topraktan alamıyordu,
yeldeğirmenleri gibi dev sarı çamlar, kızıl çamlar, fıstık çamları devrildi,
sanki kanser çökmüştü ormana, hepsi kurudu, yok oldu.
Adam geriye döndü, arabasına binerken Ahmet'e:
"Kozak çamlarını seviyorum" dedi.
************
Adam, başı önüne eğik Atmaca Mahallesinden geçti, Selçuk Mahallesine doğru döndü,
Müsella Bayırından Helvacı Dedenin eskiden türbe olan mezarına doğru, gittikçe
dikleşen bayıra sardı. Sadece önüne bakıyordu, hiçbir şey düşünmüyordu,
memleket ekonomisinden, halkın halinden haberi bile yoktu. Dolar bir milyonu aşmıştı,
Osmanlıdan beter olmuştu memleket, maliyemiz, ekonomimiz yabancıların eline düşmüştü,
yangın bacayı sarmıştı, fabrikalar durmadan işçi çıkarıyordu, Bergama'daki orta
halli işverenlerin çoğu banka faizleri karşısında batmıştı, çiftçiler mazot
parası yüzünden tarlalarını boş bırakıyordu, Atmacalılar artık yevmiyeye
gidemiyorlardı, bir çare bulunamıyor inşaatlara ruhsat verilmiyordu, Selçuklular artık
inşaat işçiliği yapamıyorlardı, saymakla tükenmeyen bir çok bela halkın
tepesindeydi, ama o hala her şeyden habersiz tepeye tırmanıyordu.
Mezarın başına gelince durdu, yine develer gibi ayaklarını açıp dineldi,o bildiğimiz
bakışlarla uzaktan görünen Bazalika'ya baktı, İstiklal Meydanı görülüyordu.
Birden ortalığı büyük bir toz bulutu kapladı, graderler, kepçeler, buldozerler, büyük
büyük damperli kamyonlar peydahlanıverdi, Bazalikanın önündeki evler yıkılıyordu,
Kınık garajı, yedi yüz senelik Paşaların evleri yok oluyordu, esnaf ağlıyordu, dükkan
açacak mekanları yoktu, ekmek parası kazanamıyorlardı, kira parasını nasıl ödeyeceklerdi.
Adam o belalı gözlerini Atmacaya çevirdi, kara kara bulutlar çöktü, ebabil kuşları
indi gökyüzünden, kadınlar saçlarını başlarını yoluyorlardı, adamlarının çoğu
duvarların altında kalmıştı.
Sonra sıra Selçuk Mahallesine geldi, o yangın mıydı ne, o kara duman ne öyle,
umutlar yanıyordu, çoğu Doğu'dan kaçmıştı, bölücülerden PKK'dan kaçmıştı,
yaşamak için, bu memleket için, kanları kavruluyordu herbirinin.
Her şey bir anda bitiverdi, evlerin dükkanların altından taşlar çıkıyordu, tarihi
eserler, belki güzel olacaktı, ama onca trilyonlar buruya akılmadan önce insanlar için
akıtılmalıydı, iş imkanları için, yapılması öncelikli işler vardı bu
memlekette.
Akşam oluyordu, işler tamamlanmıştı. Adam, müsella bayırından aşağı inerken mırıldandı.
"Bergama'yı çok seviyorum!"
Sonra; Adamın adı kitaplara geçti, meydanlara heykelleri dikildi, ama ne yazık ki,
Bergamalılar bunu göremedi. Çünkü onlar, sözüm ona "Bergama'yı çok seven
adam" tarafından öldürülmüşlerdi, aynen denizdeki balıklar gibi.
|
YANIKOĞLU II
HİZMETİNİZDE
YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI
(Eski Mavi Market)
ismetbaytak@hotmail.com
bergamakuzeyege@hotmail.com
|