baslik1.jpg (7323 bytes)      

market2.gif (15838 bytes)

25 MART   2002      SAYI: 454/455

baslik2.jpg (10108 bytes)

 Site İndeksi

Haberler

Köse yazıları

Politika kazanı

Kunye

Resmi telefonlar

Biraz Gülelim


MERHABA

ibrahim.JPG (15058 bytes)

İbrahim Baytak


YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI
Anayasamız kuvvetler ayrılığını benimsemiş. Yasama TBMM'nin görevi. Yasaları çıkarmak, hükümeti denetlemek.
Yürütme, TBMM den güven oyunu almış Başbakan ve bakanlardan oluşan hükümet.
Yargı;
Yasaların Anayasaya uygun olup olmadığını denetleyen ve yüce divan görevi yapan Anayasa mahkemesi,
Yargının yasalara uygun ve adil karar verip vermediğini denetleyen,Yargıtay,
Yürütmenin her kademesinde yaptığı uygulamaların anayasa ve yasalara uygun olup olmadığını denetleyen, Danıştay
Devletin tüm harcamalarının yasalara göre yapılıp yapılmadığını denetleyen Sayıştay dır.
Bütün bu kurumlar bağımsız olmalıdır. Çünkü her biri hiçbir etki altında kalmadan görevini tarafsız olarak yapabilmelidir. Ancak gerçekte böyle midir? Günümüzde yargının bağımsız olmadığı en uzman hukukçular, hatta siyasetçiler tarafından dile getirilmektedir. Öncelikle Yargıç ve savcıların atama ve yer değiştirmeleri ile özlük haklarına bakan "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda" Adalet bakanı veya temsilcisinin bulunmasının bağımsızlığı zedeleyen bir durum olduğu belirtilmektedir. Yürütme her ne kadar "biz kurulun işine karışmıyoruz" deseler de yargı mensuplarının görev yerlerinin değiştirilmesinde her zaman yürütmenin ağırlığının olduğu kabul ediliyor. Ayrıca bütçede yargıya ne kadar ödenek ayrılacağı, yargıç ve savcıların korunması hep yürütmenin alacağı kararlara bağlı.
Yargı bağımsız olmadan, siyasetçilerin ve üst bürokratların dokunulmazlıkları kalkmadan ülkemizde "temiz toplumun" kurulamayacağı anlaşılmak da.
Zülfü LİVANELİ 22.03.2002 günü köşesinde bu konuya değinmiş. Ve demiş ki;
"Bozuk düzen dayanağını kuvvetler ayrılığı ilkesinin işlememesinden, yönetenlerin yargı denetimi dışında kalmasından alıyor. Yasama, Yürütme ve yargı bu üç kuvvet bilinçli olarak öylesine birbiri içine sokulmuş ve öyle akıl almaz bir kaos yaratılmış ki, suçlular cezalandırılamıyor, kimseden hesap sorulamıyor. Bu ülkede bir kez yönetim kadrolarına sızmayı başarmışsan; yargı senin için yok; Yasalar senin için işlemiyor. Soygun yap, kurtuluyorsun, Adam öldür, kurtuluyorsun. Partizanlık yaparak Devleti zarara uğrat, kurtuluyorsun. Kamu bankalarını iflas ettir, kurtuluyorsun. Belediyelerde korkunç rüşvetler al, bir iki yıl içinde karun gibi zengin ol, kurtuluyorsun. Çünkü yönetenler kendilerini yasa denetimi dışına çıkarmışlar.
Türkiye'nin en büyük yarası yargı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER'ın "yolsuzlukları önlemek için siyasilerin de yargılanması gerektiği yolundaki sözleri çok önemli.
Bütün bu sözlere katılmamak elde değil. Ancak Anayasa ve yasalardaki bu değişiklikleri, iktidarı, muhalefeti ile siyasetçiler yapmıyorlar. Bu değişiklikleri TBMM den yani milletvekillerinden başka kimse yapamayacağına göre bu değişiklikler nasıl olacak? Halkın baskısı desek böyle bir talep güçlü şekilde yok. Eğer bir siyasi parti programına "dokunulmazlıkları kaldıracağım" dese oyu ne kadar artar? Öyleyse bu değişiklikler nasıl olacak?
Zülfü LİVANELİ'nin tüm söylediklerine katılmakla birlikte bunun nasıl yapılacağının da saptanması da gerek. Bunun için önce kendi çevremizden başlanması gerekir diyorum. Yolsuzluk, haksızlık yapan apartman yöneticimizi, oda, sendika, kooperatif başkanımızı değiştirmeyi, yargılamayı beceremiyorsak siyasetçilerin dokunulmazlıklarını kaldırmalarını nasıl sağlayacağız?
DAYAK
Nevruz da yine olaylar çıktı ve ölenler, yaralananlar oldu. TV de polisin insanları nasıl copladığını içim titreyerek izledim. Birçoğunuz diyecek ki "onlarda izinsiz gösteriye katılmasaydı, polis dağılın dediğinde dağılıp polise karşı gelmeseydi."
Bunlar doğru. Ancak böyle diye polisin insanları bu şekilde cezalandırması gerekir mi? Güvenlik güçlerinin görevi cezalandırmak mıdır? Yoksa suçluları yakalayıp adalete teslim emek mi? Suçluların cezasını verme görevi adalete ait değil mi? Güvenlik güçleri kendisine karşı koyulmadığı taktirde şiddete başvurmaz. Kendisine karşı şiddetle karşı koyulsa bile etkisiz hale getirildiği halde şiddete başvurmanın anlamı var mı? TV de gördük ki yerde yatan, polisin rahatlıkla alıp götürüp adalete teslim edebileceği insanları nasıl insafsızca copladığını.
Çok zaman kendimi coplanan veya coplayan kişi yerine koymağa çalıştım. Her ikisi de olmak istemediğimi anladım. Hele kendimi birini coplayan kişi olarak düşündükçe tüylerim diken diken oldu.
Bir hukukçu arkadaşımda diyor ki "biz halk olarak bunu kanıksadık. Evde, okulda, çıraklıkta velhasıl eğitimin her kademesinde dayağı benimsemişiz." Doğru bu gün bile okullarda dayak yasak olduğu halde bazı öğretmenlerin dövdüğü için ölen, sakat kalan çocukları basında okuyoruz. Eskiden en çok dayak askerde yenirdi. Şimdi orda da yasak. Çocuğumuzu çıraklığa verirken ustasına. "eti senin, kemiği benim al adam et" derdi babalarımız. Ata sözlerimiz bile var. "Dayak cennetten çıkmadır." Veya " sözden anlamayanın hakkı tektir, tektir ile uslanmayanın hakkı kötektir."
Toplumun her aşamasında şiddetin kalkması için önce kafalarımızdan bunu silmemiz gerekmez mi? Düşmanımıza bile olsa şiddet kullanıldığında " OH OSUN" demiyorsak, karşı çıkıp engellemek cesaretini gösteremesek bile içimizden "YANLIŞ" diyebiliyorsak o zaman şiddet zamanla ortadan kalkacaktır.



YANIKOĞLU II

HİZMETİNİZDE

YANIKOĞLU SÜPER MARKETİN İKİNCİ MAĞAZASI AÇILDI

(Eski Mavi Market)

 

 

 

ismetbaytak@hotmail.com

bergamakuzeyege@hotmail.com

 

 

berg-int.jpg (4556 bytes)

 

cizgi1.jpg (425 bytes) cizgi2.jpg (579 bytes) cizgi3.jpg (545 bytes)

HER SALI GÜNCELLENİR